Paris Paris Paris ! ! !


Hola amigos bonitas!

Öncelikle bu benim ilk blog yazım, şimdiden denk gelip okuyan, inceleyen, beğenen, beğenmeyen herkese teşekkür ederim. Klasik bir başlangıç yapıp kendimi tanıtma yazısı yazmak istemedim. Çünkü muhtemelen şu an bu blogu yalnızca beni tanıyan, canım arkadaşlarım okuyacak. 

İlk postumda size benim objektifimden Paris'te ne var ne yok onu göstermek istiyorum. Ne var ne yok derken maalesef benim kısıtlı iki günümde gördüğüm kadarıyla...

Öncelikle şunu söyleyeyim: Paris'e GİTMEMEK için resmen direndim. Bu direnişten yenik çıktım ve iyi ki  de öyle oldu. Paris, bizim, hiçbir plan, rota, hazırlık falan filan yapamadan sadece 4 gün içinde hazırlanıp bir anda çıktığımız Avrupa gezimizin kaçıncı durağıydı hatırlayamıyorum (oradan oraya nerde akşam orda sabah deli dana gibi gezdiğimiz için). Ama en unutamadığım, hala rüyalarımdan çıkmayan ve yeniden gidip bu kez uzun uzun zaman geçirmek için sabırsızlandığım durak. 

''Anlatmaya sayfalar yetmez...'' diye başlayacağım sanırım. Paris Paris diye ölüp biterken her ne kadar instada bu yazıyı duyurduğum postta da o devasa, büyük, 20. yüzyıl Avrupalılarının ''Metal Yığını'' diye nitelendirdiği Eiffel Kulesi olsa da açıkçası bu şehirde beni büyüleyen şey kesinlikle o değildi (başlığım da Eiffel çünkü fotojenik) . Şehre indiğim an sokaklar, atmosfer beni aldı, götürdü. Havası mıdır, suyu mudur, nedir bilemiyorum.


Bu manasız fotoğraf Paris'te ilk çektiğim fotoğraf olarak burda kalsın. Yanılmıyorsam kurban bayramının ilk günüydü (bu gereksiz bilgiyi neden verdiğimi bilmiyorum).


İlk postum olduğu için biraz ne tarz paylaşım yapacağımdan bahsetmem gerekirse, şehirlerle ilgili, yazmaktan çok fotoğraf paylaşmayı düşünüyorum. Paris'le ilgili aslında söylenmesi gereken en önemli şey, her an tedirgin yürüyorsunuz. Bence inanılmaz tehlikeli. Şehre kusur bulabileceğim tek konu bu. Gerçi bu da kusur sayılmaz. ''Aşırı pahalı'' falana filan muhabbetine gelecek olursam bence her yerde herkese göre yerler var. Bu alışveriş için de geçerli yeme içme için de geçerli. Öğrenci halinizle Chanel'e girip alışveriş yapmanıza gerek yok. Yalnızca bizim gezimiz boyunca kalacağımız yere en fazla para ödediğimiz şehirdi. Gecelik 60 euro ödedik ama biz her kaldığımız yeri son anda ayarladık. Önceden ayarlansa daha hesaplı olabilir sanırım. 

Başıma gelen iğrenç bir şeyden kısaca bahsedeyim. Louvre müzesinin bahçesinde fotoğraf çekerken (gittiğimiz saatten ötürü içeri girilmiyordu) girilmeyen kısım arkamda kalacak şekilde çekiyordum fotoğrafları; girilmemesi gereken kısımda adamın biri kendi kendine.... Neyse siz anladınız. Her yerde asker ve polisler dolanıyor. İlk karşılaştığımıza şikayet ettik. Sonra korktuk gerçi acaba bizi şikayet ederken gördü mü? Ya bizi takip ederse diye zaten sınırlı olan süremizde biraz tedirgin gezdik ama tabi sonra unuttuk eğlenmemize baktık. 

En sevdiğim şeylerden biri, Sein nehrinin Louvre olmayan tarafında yol boyunca satılan ikinci el kitaplar, incik boncuk şeyler (hayatta en sevdiğim şey boş boş ıvır zıvırlara para verip sonra ben bunu niye aldım demek) posterler... Bir de bu şehirde beni en çok alıp götüren şey sanki bu zamanda değilmişim gibi hissettirmesi. ''Midnight in Paris'' izleyenler ne demek istediğimi anlayacak. Aşağıya bir fotoğraf bırakıp devam edeyim. Allahtan çok yazmayıp sadece fotoğraf paylaşacaktım. Neyse



Bahsettiğim şeyler, bu tarz şeyler. Burdan kartpostal almadığıma çok pişmanım sevgili arkadaşlarım. Fotoğraflar profesyonel ve harika değil, farkındayım. Ama Paris'le ilgili en profesyonel, en harika fotoğraflar bile bu şehrin büyüsünü an-la-ta-maz.










İşte buralar Louvre'un etrafı falan filan. Ay ne çok kullandım bu ikilemeyi, yazarken ben sinir oldum. Okurken siz sinir olmazsınız inş. 

Benim Paris'te en bayıldığım, vurulduğum, aşık olduğum hatta ve hatta içerisinde bulunduğum süre boyunca içimden ''hayatımın küçükte olsa bir kısmı lütfen burda geçsin'' dediğim yeri; SAINT GERMAIN.

Maalesef  aşık olduğum sokaklarda yürürken oraların fotoğrafını çekmek aklıma gelmedi. 



Amaaaaaaaaa yolunuz düşerse diye harika bi frozen yoğurtçunun (frozen frozen da yoğurtu niye böyle yazdım acaba) menüsüne kadar fotoğraflarını buraya bırakıyorum. Gossip Girl'cü kızları (buna ben de dahilim) Pinkberry'ye tapmaktan vazgeçirecek bir öneri;





Buraya gitmeyen pişman olsun valla. Saint Germain'in bi yerlerinde. Biz tesadüfen bulduk. Haritaya yazın, çıkmazsa birilerine sorun. Gerçekten çok başarılıydı. Çıkışta bileklik hediye ediyorlar. Harika bir şey değil ama hatıra saklarsınız. Tatlış bir jest bence. Araya bir de Fransızların aşırı güzel olduğu bilgisini sokuşturayım. O kadar yere gittim. Fransızlar kadar güzel gelen olmadı. Ya da şehrin büyüsüne çok kapıldım, her şey gözüme aşırı güzel geldi. Bilemiyorum ayy çok güzel. Umarım bu yazıyı okuyan herkesin yolu bir gün buralardan geçer. Bir de aşağıya hemen Saint Germain'den kruvasancı fotoğrafı bırakayım (Saint Germain'e aşık olup yalnızca yiyeceklerle ilgili şeylerin fotoğrafını çekmiş olmamın şeyliği mi desem neyi desem bilemedim siz ne yakıştırırsanız neyse bırakıyorum aşağıya)



Burayı haritaya yazarsanız, bulursunuz. Bir kaç yerde daha var bu dükkan. Biz Saint Germain'dekine gittik. Güzeldi ama Lüksemburg Bahçesi'nin karşısında tesadüfen oturduğumuz bi yerde daha iyisini yedik ama adını hatırlayamıyorum. 

Demişken gelelim Lüksemburg bahçesine... Açıkçası söyleyebileceğim pek bir şey yok. Fellik fellik Mary Stuart'ın heykelini aradım bahçede ve buldum. Kendisi benim tarihte en ama en aşık olduğum ve blogda mutlaka ayrıca bir post olarak yazacağım hayatı boyunca yüzü gülmemiş ama very impressive bir kadın.





Parisle ilgili anlatacak çok şey var açıkçası yazarken anılarım canlandı ve darlandım. Şimdilik bu kadar ama ben bu yazıyı güncellerim aşağıya bir kaç tane daha fotoğraf bırakıyorum. Bir sonraki postta görüşmek üzere.

Adios
   
xoxo Mrs. Fraser


 Bi dk. O meşhur pozu verdim tabi ki ; 


Instagramda paylaşmamıştım. Burdan paylaşmış olayım. Ve şu bilgiyi de vereyim. Aslında durduğum konumda fotoğraf çekilmek yasak. Yani yasak derken şöyle bir yerine kadar gidebiliyorsunuz ama daha ilerisi zincirli. Biz o zincirli kısmı baya geçmiş olabiliriz ama bir uyarı almadan çekilebildik (çok lazımdı çünkü). Asla konuşmayı bitirememem? Neyse biraz daha fotoğraf ekleyip gerçekten gidiyorum. 











Kaktüslerle bu sefer gerçekten veda ediyorum. Ne konuşasım varmış be neyse bb 


























Yorumlar

  1. Paris beyefendisi konfeksiyoncu ABUZER abiden neden bahsetmedin???

    YanıtlaSil
  2. Bence uzun tutmuş olsanda eğlenceli bir gezi yazısı ilk blog yazısı olmasına rağmen.
    Yolun açık olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmenize çok sevindim, teşekkür ederim 🤓

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar