Praha

AHOJ MY DEARS

Derken ''Ahoj'' Çekçe ''Selam'' anlamına gelen bir kelime. Nedense bende böyle ''Ahoy'' diye okunuyormuş izlenimi bıraktığı için hoşuma gitmedi, kaba geldi ama olsun. Yolunuz düşerse kullanırsınız. Nasıl okunduğunu bilmiyorum. Google translateden çevirdim. Bayılıyorum gereksiz alt yazı geçip lafı uzatmaya. Prag'da en sevdiğim fotoğrafı en başa koydum.

Sebebi ziyaretimiz malum, Praha'yı anlatacağız. Üstünden kısa da olsa bir zaman geçtikten sonra gezi anlatmak zor arkadaşlarım ama yine de ilerde kendim de dönüp bakmak istediğimde gerçekten hafızamdan silmek istemediğim bir şehir.

Viyana'da geçen kabus gibi 2 günden sonra nasıl ilaç gibi geldi bir bilseniz. Neyse başlayalım. İşinize gerçekten aşırı yarayacak faydalı bir bilgiyle başlamak istiyorum. Kaldığımız hostel tamamen şansımıza, yine hiçbir fikrimiz olmadan gitmeden bir gün önce rezervasyon yaptırdığımız, aşırı ucuz (gecelik 11 Euro) ve en önemlisi sahibi TÜRK bir hosteldi.

Prag'da ucuz olan tek şey hosteldi ama söylenilenlerin aksine. Ya da biz çok turistik bir döneme denk geldik bilemiyorum. Neyse biraz hostelden bahsedeyim. Otogardan metroya bindik, Mala Strana'da indik (aşırı bilinen bir durak ve her yere aşırı yakın) direkt hostel karşımıza çıktı. Konu ilerlemeden hostelimizin adını vereyim ''Atilla Empire''. Resmen farkında olmadan süper bir konumdan hostel bulmuşuz. Bizim gitmek istediğimiz her yere yürüme mesafesi derecesi yakındı (Dancing House hariç oranın da hiçbir esprisi yok, görülecek yerler listenize eklemeyin Prag'a yolunuz düşerse). Devam ediyorum; Kafka Evi 20 adım falan ötesindeydi hostelin. Hostel'e kayıt yaptırırken pasaportları verdik. Sahibi direkt '' Türk müsünüz?'' diye sorunca bi anlık bir şaşkınlık, ''Nasıl Prag'da sahibi Türk olan bir hostel abi ya'' falan filan. Abinin adını sormak nedense hiç aklımıza gelmedi ama Atilla'dır herhalde.

Abi bizi hırsızlık konusunda çok uyardı. Pasaporta kadar çalıyorlarmış. Hiç anlamam başkasının pasaportunu çalıp ne yapabileceklerini. Ben mi safım insanlar mı çok şey bilemiyorum. Başımıza hırsızlıkla alakalı bir şey gelmedi Allaha şükür çünkü paramızı iç kesesi yaptırmıştık orada sakladık. Başladım yine gereksiz alt yazı vermeye ama olsun işinize yarar belki.

Ben gittiğim yerlerde fotoğraf çekmek ve çekilmekten çok anın keyfini çıkarmayı sevenlerdenim galiba. Bu yüzden yanımda fotoğraf çekmeyi çok seven birileri olunca süper oluyormuş. Daha önce de yurt dışına çıktım ama toplasam elimde o geziden 15 fotoğraf falan çıkar. Halbuki daha uzun kalmıştım. Neyse, Prag'a devam... Hemen aşağıya Prag'ın tepeden çatıların falan gözüktüğü şu fotoğrafını bırakıp devam edeyim;


Prag'da en sevdiğim ve gerçekten zaman zaman özlediğim şey; ''Trdelnik'' diye bir tatlıları var ki aman allahım... Bir de satılanlar dükkanlar arı dolu olmasa... Fotoğrafta görüyorsunuz falan ama tadını ve kokusunu asıl gösterebilmek isterdim. 21. yüzyıldayız ve hala tat ve koku gösteren bir teknolojiye sahip değiliz. Ne diyebilirim ki... Yazıklar olsun.



''Parayı niye paylaştı ki şimdi'' diyecek olursanız Euro da kullanıldığı için farklı para birimi kullanılan yerlerde biz pek para çevirmedik trdelnik için çevirmiştik 221 Çek Korunasına bir tane mi aldık 2 tane mi şu an tam emin değilim ama önemi yok 500 Çek Korunası da olsa mutlaka deneyin çok güzeldi. Bir tane de tükan fotoğrafı bıraktım. Biz ordan almamıştık ama aklımızda kalsın bir dahakine ordan alırız diye çekmiştik. Bizim aldığımız yer aşırı arılıydı, direkt atlayıp aldık. (Çoktan vefat etmiş manikürüm için de sorry) 

Elimde bir tabak portakal ve bir fincan ıhlamurla trdelnik özlemi çekerek oturduğum yerden bildiriyorum; şimdi yazarken falan düşündüm de Prag aşırı güzel bir şehir. Bunu benim unprofessional fotoğraflarımla anlatabilmem ve sizin de bunlara bakarak anlayabilmeniz mümkün değil. Belki Ig sayfamda biraz daha güzel görebilirsiniz. Yalnızca anlattıklarımı dikkate alın.




Aşağıdaki fotoğraflarda gördüğünüz klasik arabalarla ''Prague Car Festival'' diye bir şey oluyormuş. İşte dedeler falan arabalarını göstere göstere geziyor. İyi ki denk gelmişiz gerçekten başka bir çağdaymış hissiyatı yaratmıştı bende. Kendi çağım hariç her çağ hep çok çekici ve yaşanılası gelmiştir bana (Özellikle 17. yy hele de İskoçya'da olacaksam).




Yeme içme konusuna gelecek olursam burda yöresel olarak tatlı dışında bir şey yemedik. Zaten bana asla hitap etmeyen bir yemek kültürleri var. Adını yanlış hatırlamıyorsam ''Gulaş'' diye aşırı ünlü bir çorbaları var aman aman evlerden ırak yani. Gerçi bu konuda sıkıntı bende çok yemek seçiyorum. Gezmek için iyi ve uyumlu bir arkadaş değilim yeme içme anlamında. Biz Mc Donalds ve KFC'yle geçiştirdik öğünlerimizi. Yine şu bilgiyi vereceğim; hostel her yere aşırı yakın olduğundan her farklı yere gidecekken bi giriş çıkış yaptık. Neden yaptık bunu bilmiyorum. Giderseniz Atilla abiye selam söyleyin. Çok ilginç bir abimiz.

Prag, çok kalabalık bir şehir. Hep İstanbul'dan öyle şikayet ederiz ya Prag sanki bu konuda İstanbul'u dövermiş gibi geliyor bana ya da dediğim gibi biz aşırı turistik bir döneme denk geldik. Charles Bridge'in üstü gece 12'de bile aşırı kalabalıktı zor adımlıyorsunuz öyle söyleyeyim.

Bir de hediyelik bir şeyler alırken nasıl kazıklandığımızdan da bahsedeyim; bir pasaja girdik böyle magnet falan filan şeylerin satıldığı. Bir kaç tezgah gezdik kardeşime çakmak alıcam neyse bulduk bir yerde 6 Euro direkt atladım, aldım. Sonra hemen yanındaki dükkana girdim aynı çakmak 3,5 Euro. Bizim orada olduğumuz zamanlar Euro neredeyse 8 Tl... Çakmağı diğer yere iade edip oradan almak istedim ama ne söylediysem de adamı geri alması için ikna edemedim. Bir de bu olay 5 dakika içinde gerçekleşti. 5 dakika önce sattığı şeyi geri almadı. Almak zorunda değildi tabi ama üzdü.

Her yer olduğu gibi çok şaşırtıcı ama Prag da Türk doluydu. Türk dolu olmasını en beklemediğim yerdi diyebilirim ama her yerdeyiz maşallah.

Ben Prag'ın akşam haline aşık oldum. Çok canlı ve her yer ışıl ışıl. Budapeşte'nin de akşam versiyonu gündüzünden daha iyiydi. Düşünüyorum başka nesini anlatayım Prag'ın diye.





Derken buldum. Beni iyi tanıyan, özellikle eskiden tanıyan arkadaşlarım Kafka'nın bendeki yerini ve dolayısıyla Prag'ın bende yarattığı heyecanı çok iyi bilir. En başta söylemem gereken şeyleri buraya bırakmışım ama olsun. Charles Bridge'te yürürken Kafka'nın Milena'ya yazdığı beni en çok vuran, ezbere bildiğim o cümleler tık tık tık beynime, hislerime vurdu. En sevdiklerimden birini sizinle de paylaşayım ''Neler söylemek istiyorum bununla farkında değilim. Yakınıyorsun Milena! Sözle değil, susarak yakınıyorsun mektuplarında... Bir yerinden yakalamak istiyorum onları; bana yönelmiş olduklarından ötürü yakalayabilirim de...''

Benim başucu kitabım, hayatımda en çok kendimi bulduğum, bazen aynı hisleri paylaştığım mektuplar. Hep Milena'nın Kafka'ya yazdıklarını merak ettim. Maalesef hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Demem o ki Prag'ta gezerken aklımda hep onlar da bir gün buralarda yürümüştü hissi vardı.

Bu şehirle ilgili anlatacaklarım bu kadar. Kafka, Milena falan bahsedince içime bir hüzün çöktü. Biraz mektup okuyayım bari diyerek gidiyorum. Aşağıya da çektiğim fotoğraflardan biraz daha bırakayım he bir de Kafka Muzeum'un önündeki edepsiz çeşmenin videosunu bırakayım. Ben yazarken canım trdelnik çekmesine ve hüzünlenmeme rağmen keyif aldım. Umarım siz de sıkılmadan okumuşsunuzdur.


Benim gibi ot, ağaç, orman, değişik değişik kuşlar falan filan sevenler için şu alttaki fotoğraftaki botanik bahçe efsane güzel bir yer. Hostel'e aşırı yakın. Yalnızca ağaç falan çok olduğundan dolayı aşırı nemli. İnsan yapış yapış oluyor. Olsun tavus kuşları falan aşırı güzeldi.


Devam edelim;


AzizVitus Katedrali'nin dışından fotoğraf koymuyorum. İçindeki vitrayların duvarlara yansıttığı ışık huzmelerine aşık olmuştum. Iphone 7 Plus kamerasıyla çekebildiğim kadarıyla bırakıyorum. Dediğim gibi tamamen unprofessional görüntüler;



Katedralden inerken kukla falan satılan bir oyuncakçı. Güzel diye fotoğraf çekildim. Bir anlamı yok. Anı işte dursun burda;



Meşhur sokak : Mala Strana. Sürekli böyle acayip giyinmiş adamlar var burda fotoğraf falan çekiliyorsunuz onlarla, para ödüyorsunuz. Bu Avrupa'nın her yerinde var. Bence enayi parası. 


Unutmadan bir tane dilenci fotoğrafı ekleyeyim. Prag'da çok var. Özellikle Charles Bridge'in üstünde;


Charles Bridge'in üstünden çektiğim şu güzel balkonu eklemeden geçmeyeceğim ;


Yaaaaaaaa bu da Avrupa'nın her yerinde var ama olsun bu kilidi çok beğenmiştim çünkü Franz (Keşke Franz&Milena olsaydı). O yüzden dursun burda bu fotoğraf. Köprülere bu kilitleri takıyorlar. Muhtemelen aşkı ölümsüzleştirmek falan filan gibi muhabbetler. İnanmam böyle şeylere ama güzel;


Köprüden karşıya geçmişken Klementin'i es geçiyorum. Old Town Square'a giderken sokaklardan iki fotoğraf bırakayım;



Veeeeeeeeeeeeeeeeeee en güzel yer; Old Town Square; 


Bu deliler yaz kış Old Town Square'de müzik yapıyor. Video boyutu büyük olduğundan ekleyemedim yalnızca fotoğraflarını bırakıyorum. Arkadaşım kışın gitmişti yine ordalarmış. Ne diyeyim ki helal olsun;


Şehrin manasız noktalarından Lennon duvarı (Yanlış anlaşılma olmasın; Lennon'ı seviyoruz , duvarın abartılacak bir şeyi yok) ;


 Yol üstünde güzel bir pencere vardı onu bırakayım. Seviyorum böyle gereksiz detayları; 


Bence bu gezide gezilecekler listesine asla eklenmesine gerek olmayan, aşırı saçma bir nokta; Dancing House. Bir de biz ışıklı mışıklı olsun diye gece gittik. Tramvaylar kaça kadar çalışıyor, bilmiyoruz. ''Ay hostele nasıl döneceğiz'' telaşı falan derken ben nefret ettim bu binadan ya hiçbir anlamı yok gerçekten. Buraya gidip artistik fotoğraflar çekilenlere falan bakmayın. Yolun kenarında saçma sapan bir yapı. He hikayesi vardır bilemem, araştırmadım. Görüntü olarak abartılacak bir yanı yok;


Dancing House beni aşırı irrite eden bir yer olduğundan Charles Bridge'in üstünden çektiğim bir görüntüyle veda edeyim;


Yine aşırı konuştum. Sanki fotoğraf koymadan önce veda eder gibiydim ama neyse. Kendinize iyi bakın. Şeyma Fraser yolunuz düşerse iyi seyahatler diler.


xoxo Mrs. Fraser

Yorumlar

Popüler Yayınlar